Lacan’ın yapısalcı psikanalitik yaklaşımında dilin ve sembollerin bilinçdışındaki rolüyle açıklanabilir. Lacan’a göre rüya, arzunun dolaylı yollarla ifadesidir ve hastane sembolü burada kişinin özne olarak konumunu, arzularıyla olan mesafesini ve bilinçdışındaki çatışmaları yansıtır. Rüyada hastane görmek, genellikle iyileşme, bakım, yeniden yapılandırma ve değişim ihtiyacını temsil eder; ancak bu sembol, aynı zamanda öznenin kendini eksik, kırılgan veya dışsal otoritelere bağımlı hissetmesini de yansıtabilir. Dilin bilinçdışındaki yapısı gereği, hastane kelimesi yalnızca bir mekân değil, aynı zamanda bir arayışın, eksikliğin ve bütünleşme isteğinin göstergesi olarak rüya dilinde kendine yer bulur. Lacan’ın ayna evresi kavramı, bireyin kendini dışsal bir imajda tanıması, benliğini bir bütünlük olarak ilk kez algılaması sürecine işaret eder. Rüyada hastane görmek, bu bütünlük arayışının, yani eksik olanı tamamlama isteğinin bir yansımasıdır. Hastane, burada hem fiziksel hem de psikolojik anlamda iyileşme arzusunun, eksiklik duygusunun ve öznenin kendiyle yüzleşme ihtiyacının sembolüdür. Hastane sembolü, kişinin bilinçdışında var olan çatışmaların bir tür sahnesi olur; burada özne hem kendi arzularına yaklaşmak ister, hem de onlardan bir mesafe ile ayrılır. Kültürel olarak, hastane genellikle korku, endişe veya umutla ilişkilendirilir. Toplumsal bilinçdışında hastane, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgi, iyileşme arzusu ve toplumsal normlara uyum isteğiyle bağlantılıdır. Rüyada hastane görmek, bireyin toplumun normlarına uygun olma baskısını, sağlık ve bütünlük arayışını bilinçdışında yeniden kurguladığı bir alan olarak düşünülebilir. Lacan’ın bakış açısında, hastane sembolü, öznenin kendini ve arzularını anlamlandırma çabasında dilin ve sembollerin oynadığı merkezi rolü ortaya koyar. Rüyada hastane görmek, hem bireysel psikolojik süreçlerin, hem de kolektif kültürel anlamların bir arada işlendiği çok katmanlı bir bilinçdışı deneyim olarak değerlendirilir.