Jacques Lacan’ın yapısalcı psikanalitik yaklaşımıyla ele alındığında, yalnızca gündelik arzuların veya isteklerin yansıması olarak değerlendirilmez. Lacan, rüyaların dilinin bilinçdışının yapısıyla sıkı bir ilişki içinde olduğunu öne sürer; bu açıdan bakıldığında rüyada nişanlanmak, bilinçdışının sembolik düzlemde özneye bir mesaj iletmesidir. Nişanlanmak, sosyal olarak bir birlikteliğin, toplumsal kabulün ve kimlik inşasının önemli bir ritüeli olarak kabul edilir. Bu sembol, bilinçdışında kişinin arzu nesnesiyle olan mesafesini, yani ulaşılmaz ya da ertelenmiş bir doyumu temsil edebilir. Lacan’a göre arzu, daima özneyle nesne arasında bir boşluk barındırır; bu boşluk rüyada nişanlanmak sembolünde de kendini gösterir. Nişan, evlilikten önceki bir aşamadır ve tamamlanmamışlığı, bekleyişi, henüz gerçekleşmemiş bir birlikteliği simgeler. Rüya gören kişi için bu, gerçek yaşamda bir ilişkiye duyulan özlemi, toplumsal kabul arzusunu veya kendini bir bütün olarak hissetme isteğini yansıtabilir. Lacan’ın ayna evresi kavramıyla bağlantı kurarsak, nişanlanma rüyası, öznelliğin ve kimliğin inşasında dışsal bir bakışın, yani Öteki’nin onayının ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kişi, kendisini başkasının gözünden değerlendirir ve nişanlanma sembolüyle, toplumun değerlerine uygun bir kimlik arayışını da bilinçdışında sürdürür. Psikolojik açıdan bakıldığında, rüyada nişanlandığını görmek, bireyin kendisiyle ve başkalarıyla olan ilişkilerinde bir tamamlanma arzusunu ifade edebilir. Fakat bu tamamlanma, Lacan’ın dediği gibi hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmez; arzu daima ertelenir ve özne sürekli olarak sembolik düzlemde bir eksiklik hisseder. Kültürel açıdan ise nişanlanma, aile ve toplum tarafından onaylanma, bir statü kazanma ve geleceğe dair umutları içinde barındırır. Bu nedenle rüyada nişanlanmak, hem bireysel bilinçdışının hem de kolektif kültürel kodların etkisiyle şekillenen çok katmanlı bir anlam taşır. Rüyada nişanlandığını görmek, Lacan’ın dilin bilinçdışındaki yapısını vurgulayan görüşleriyle ele alındığında, yalnızca romantik ya da sosyal bir olay olmaktan çıkar. Sembolik düzeyde arzunun, kimliğin ve toplumun bir arada örüldüğü bir sahne haline gelir. Böylece bu rüya, kişinin bilinçdışında yer eden tamamlanma, kabul edilme ve kendini bulma arayışının dilsel ve kültürel katmanlarda nasıl işlendiğini gözler önüne serer.