İbn Arabî’nin vahdet-i vücûd anlayışında, varlığın derin katmanlarında saklı olan hakikatlerin sembolik bir tezahürü olarak ele alınır. Büyü, zahirde aklın sınırlarını aşan, batında ise irade ile kader arasındaki ince çizgide oluşan bir etkileşimin ifadesidir. Bu rüya, insanın kendi iç âleminde bastırdığı korkuların, arzuların ve gizli niyetlerin, mistik bir perdeyle gözler önüne serilmesidir. Büyü yapılan kimse ya da yapılan kişi, rüyayı görenin iç dünyasında çözülmemiş meseleleri, kendisini sınırlayan güçleri ya da başkasının tesiri altına girme korkusunu yansıtabilir. Rüyada büyü yapıldığını görmek, kimi zaman dışsal güçlerin, toplumsal baskıların ya da ailevi etkilerin kişinin ruhuna işlediği izleri açığa çıkarır. Bu sembol, İbn Arabî’nin bakışında insanın kendi hakikatine ulaşma yolundaki perdelerden biri olarak tezahür eder; çünkü büyü, gerçeğin üstünü örten bir illüzyon, insanın özünü bulmasını engelleyen bir perde gibidir. Rüyada büyüye maruz kalmak ise, kişinin özgür iradesini kaybetme korkusu, içsel güçsüzlük hissi veya başkaları tarafından yönlendirilme endişesiyle yakından ilişkilidir. Bu rüya sembolü, kültürel açıdan da toplumumuzda korkuyla karışık bir merakın ve bilinmeyenin cazibesinin izlerini taşır. Büyü, psikolojik olarak kontrol kaybını, bilinçdışı arzuların ve bastırılmış duyguların dışavurumunu temsil eder. Vahdet-i vücûd felsefesinde, her şeyde olduğu gibi, rüyada büyü yapıldığını görmek de insanın kendi iç hakikatiyle yüzleşmesini sağlayan bir araçtır. Bu rüya, kişinin ilahi hakikate yaklaşma, kendini anlama ve kendi üzerindeki perdeleri kaldırma yolunda bir çağrıdır. Sonuç olarak, rüyada büyü yapıldığını görmek, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde derin ve çok katmanlı anlamlar taşır. Bu rüya, insanın içsel mücadelesini, hakikate ulaşma arzusunu ve kendi üzerindeki büyüyü, yani yanılsamaları kaldırma isteğini yansıtır. Her rüya gibi, bu rüya da rüya sahibinin kendi varlık yolculuğunda bir işaret, bir uyarı ve bir tefekkür vesilesidir.