Jacques Lacan’ın yapısalcı psikanalitik yaklaşımıyla rüyada çok ağlamak, öznenin bilinçdışındaki arzunun dilsel ve simgesel yapısını anlamak için ilginç bir kapı aralar. Rüya, Lacan’a göre, bilinçdışının konuşma biçimidir ve burada çok ağlamak bir duygu boşalmasından öte, öznenin içsel çatışmalarını sembolik bir düzlemde işaret eder. Dilin yapısal özellikleriyle rüya sembolleri arasında güçlü bir ilişki bulunur; kişi uyanıkken kelimelerle anlatamadığı duyguları, rüyada imgeler ve yoğun duygular aracılığıyla dışavurur. Çok ağlamak, burada bastırılmış bir arzunun, eksikliğin veya özdeşleşmenin göstergesi olabilir. Lacan’ın ayna evresi kavramı, rüyada çok ağlamanın anlamını daha da derinleştirir. Çocuk ilk kez aynada kendini tanıdığında, benliğinin bütünlüğüne dair bir yanılsama yaşar ve bu deneyim, öznenin yaşamı boyunca benlik algısını şekillendirir. Rüyada çok ağlamak ise, bu bütünlük arzusunun, eksik kalan parçaların veya karşılanmamış ihtiyaçların bilinçdışında yarattığı gerilimin simgesel bir anlatımıdır. Öznenin kendisini tamamlanmamış veya bölünmüş hissetmesi, bu tür yoğun duygusal rüya imgelerinde açığa çıkabilir. Psikolojik açıdan çok ağlamak, kişinin günlük yaşamında bastırdığı ya da ifade edemediği duyguların bir tür sembolik çözülmesidir. Lacan’a göre, rüya içeriği doğrudan bir anlam taşımaz; semboller ve kelimeler arasında sürekli bir kayma vardır. Bu yüzden rüyada çok ağlamak, doğrudan bir üzüntüye ya da kayba işaret etmektense, öznenin arzusu ile gerçekliği arasındaki mesafeyi, ulaşamadığı veya adlandıramadığı bir isteği dile getirir. Kültürel olarak ise, ağlamak genellikle güçsüzlük, teslimiyet ya da arınma ile ilişkilendirilir. Ancak Lacan’ın yorumunda, rüyada çok ağlamak sadece bir duygusal boşalma değil, aynı zamanda toplumun dayattığı anlamların ve öznenin bireysel tarihinin yarattığı sembolik bir eylemdir. Her bireyin bilinçdışında, toplumsal normlar ve kişisel deneyimler bir araya gelerek, bu tür rüya sembollerinin anlamını şekillendirir. Rüyada çok ağlamak, Lacan’ın yapısalcı yaklaşımında, dilin bilinçdışı üzerindeki etkisini ve arzu mekanizmasını gözler önüne serer. Bu rüya, öznenin kendisiyle, arzularıyla ve toplumla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmesi için bir fırsat sunar ve bilinçdışının sembolik dilini çözümlemek isteyenler için zengin bir kaynak oluşturur.