Jacques Lacan’ın yapısalcı psikanalitik yaklaşımı, rüyada solucan görmek gibi imgeleri yalnızca yüzeydeki anlamlarıyla değil, bilinçdışının karmaşık dil oyunlarıyla çözümler. Lacan’a göre rüya, arzunun dolaylı bir ifadesidir ve bilinçdışının diliyle konuşur. Rüyada solucan görmek, öznenin bastırılmış arzularını ve içsel çatışmalarını sembolik olarak dışavurur. Solucan sembolü, yüzeyde tiksinti veya huzursuzluk uyandırsa da, bilinçdışında çoğunlukla dönüşüm, çürüme ve yeniden doğuş süreçlerini temsil eder. Lacan’ın ayna evresi kavramı burada önem kazanır; çünkü birey kendini ilk kez bir bütün olarak aynada tanıdığında, dış dünyadaki imgelerle özdeşleşmenin doğasını kavrar. Rüyada solucan görmek, kişinin kendi bedenine ve kimliğine dair bilinçdışı kaygılarını, bedenin bütünlüğüne yönelik tehdit algılarını yansıtabilir. Solucan, kültürel bağlamda çoğunlukla toprağa, ölüme ve yeniden hayata dönüşe işaret eder. Özellikle Anadolu kültüründe solucan, toprakla bütünleşmeyi, yaşam döngüsünü ve dönüşümü simgeler. Lacan’ın arzu kavramı burada öne çıkar; çünkü rüyada solucan gören kişi, özne ile arzu arasındaki mesafeyi deneyimler. Bilinçdışı, solucan imgesiyle bastırılmış arzuları veya korkuları, toplumun kabul etmediği yönleri ortaya koyar. Bu imgede, öznenin benliğiyle arasındaki mesafe, dil aracılığıyla sembolik düzlemde yeniden şekillenir. Rüyada solucan görmek, psikolojik olarak kişinin kendine ve bedenine dair bilinçdışında yer etmiş kaygılarını yansıtabilir. Aynı zamanda bu imge, kimlik ve arzunun sürekli değişen doğasını, bilinçdışının dilsel örgüsünde gösterir. Lacan’ın yapısalcı psikanalizine göre, rüya sembolleri doğrudan anlam içermez; dilin çok katmanlı yapısında, öznenin arzusu ile gerçekliği arasındaki boşluğa işaret eder. Bu nedenle rüyada solucan görmek, kişinin içsel dönüşüm sürecini, bastırılmış arzularını ve benliğin dilsel inşasını anlama yolunda önemli bir ipucu sunar.