Jacques Lacan’ın yapısalcı psikanalitik yaklaşımıyla rüyada tuvaletini yapmak, dilin ve sembollerin bilinçdışındaki kurucu rolüyle birlikte ele alınmalıdır. Lacan’a göre rüyalar, basitçe günlük yaşamın yansımaları değil, öznenin arzusu ile bilinçdışı yapının kesişim noktasında şekillenen karmaşık göstergelerdir. Rüyada tuvaletini yapmak eylemi, ilk bakışta bedensel bir gereksinimin dışavurumu gibi görünse de, Lacanyen analizde sembolik düzenin ve arzunun kendini gösterme biçimlerinden biri olarak okunur. Burada tuvalet, sadece fiziksel bir boşaltım değil, aynı zamanda öznenin toplumsal, kültürel ve dilsel yapılar içinde yerini arayışının bir ifadesidir. Bu rüya, çoğu zaman bireyin özel alan arzusunu, mahremiyet ihtiyacını ve bastırılmış duygularını temsil eder. Lacan’ın meşhur ayna evresi kuramı, bireyin kendilik sınırlarını ve benliğini tanıdığı kritik bir dönemi anlatır; tuvalet gibi mahrem bir mekanda kendini görmek, öznenin kendilik algısındaki çatlakları ve arzunun daima tamamlanmamış doğasını simgeler. Rüyada tuvaletini yapmak, arzunun özne ile mesafesini de ele verir; çünkü burada kişinin arzuları, toplumsal normlar ve yasaklar karşısında kendini ifade etme biçimiyle sınanır. Bu eylem, bilinçdışında saklanmış, dile getirilmemiş veya bastırılmış duyguların sembolik bir boşalımı olarak anlam kazanır. Kültürel açıdan tuvalet, genellikle gizli, ayıp ya da mahrem kabul edilen bir alan olduğundan, bu rüyada hem toplumsal normlara karşı bir meydan okuma hem de kendi içsel sınırlarını aşma isteği bulunabilir. Tuvaletini yapmak, bilinçdışının dilinde, arınma, bırakma ya da yüklerden kurtulma arzusunu da gösterebilir. Lacan’ın dilin yapısına verdiği önem göz önüne alındığında, rüyada tuvaletini yapmak, söylenemeyen ya da bastırılanı semboller aracılığıyla ifade etmenin bir yolu olarak görülür. Bu açıdan, rüyada tuvaletini yapmak, öznenin hem kendiyle hem de dış dünyayla kurduğu ilişkinin, bilinçdışı seviyede yeniden müzakere edildiği bir anlatı olarak değerlendirilebilir. Bu rüyada, arzunun özneyle arasındaki mesafe, sembolik düzenin kurallarına göre şekillenir ve bireyin ruhsal yapısında önemli bir yer tutar.